İlk görev yerim olan doğudaki ikinci yılımdı. Büyük ve çok odalı boş evde çoğu zaman yapacak bir şey bulamadığımdan kimilerine lüzumsuz gelebilecek işlerle meşgul olurdum bazen. Orta boy karton bir kutuyu, canlı renkli karmaşık desenli büyük bir alışveriş poşetiyle kaplamıştım mesela. O özenle kapladığım kutu , yere oturup sırtımı çekyata dayadığımda yazı yazdığım masa, çay bardağımı ve atıştırmalıklarımı koyduğum bir sehpa, kimi zaman yemeğimi yediğim sofra olurdu .
Ramazandı. Ev arkadaşım evlendiği için bir süredir yalnız yaşıyordum. Minik bir tepsiye hazırladığım tek çeşit yemek, ekmek ve içecekten oluşan iftarlığı karton kutunun üzerine koyup ezanı beklerdim. Babam arardı. Hem de her iftardan önce. Ne yiyeceksin diye sorardı. Yoğurtlu makarnaya bakıp başlardım saymaya. Çorba yaptım baba. Köfte kızarttım. Bir de yanında makarna var. Eve gelirken tatlı ve kola da almıştım. Babam sevinirdi kızı uzaklarda ama iyi durumda diye. Sonra ezan okunurdu, aklıma ailemle birlikte iftar ettiğimiz sofra gelirdi. İstanbul'daki ezan, Sultanahmette kılınan teravih namazları... Suyu içerdim de elim bir türlü kaşığa gitmezdi.
Varlığı da yokluğu da, darlığı da bolluğu da gösteren Rabbime hamd olsun.
Hayırlı ramazanlar